15 Ekim 2012 Pazartesi

Yine Evrim - Evrim Bilimsel bir Teori mi?


Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi’nin 1999 basımlı “Bilim ve Yaratılışçılık” kitabının 25. sayfasında şöyle deniyor: “zeki tasarım bilim değildir, çünkü bilimsel metotlarla test edilemiyor” (1).

Biraz daha geniş alırsak;

Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi hayatın kökenine ilahi akıllı tasarım ve diğer tüm ilahi müdahele iddialarının, deneysel olarak test edilemeyecekleri, hiçbir tahminde bulunamayacakları ve kendi yeni hipotezlerini yaratamayacakları için bilim olmadığını belirmiştir.(1)

Buna rağmen bilindiği gibi Kenneth Miller ve Russel Dolittle akıllı tasarımı’ı çürütme maksatlı bilimsel savları ortaya koydular ve onları savundular.

Fakat Ulusal Bilimler Akademisi’nin yanıldığı nokta şu: “her iki durum da aynı anda geçerli olamaz“! Bir kimse “zeki tasarımın hem yanlışlanamaz (ya da test edilemez) olduğunu” hem de “onun aleyhinde kanıtların bulunduğunu” söyleyemez (2).

O “ya yanlışlanamazdır ve deneysel suçlamanın ötesindedir” ya da “gözlemlerimiz temelinde eleştirilebilir ve test edilebilir” özelliğe sahiptir. Yani bilimseldir.

Bir diğer husus da şu; “canlı bir şey tasarlanmamışsa evrilmiştir”. Tasarlanmadığını kanıtlamanın yolu, evrildiklerini kanıtlamaktır. Bir şeyin evrildiğini kanıtlamak evrimin lehinde ve tasarımın aleyhinde kanıtların bulunduğu anlamına gelir.

Öte yandan canlıların doğal yollarla evrildiğinin kanıtlanması canlıların tasarlandıkları iddiasını otomatik olarak yanlışlayacaktır. Zaten evrim kuramı, tasarımın yanlış olması durumunda doğru olacağından dolayı tasarım bilimseldir. Buradan da onun ampirik (deneysel ve gözleme dayalı) yani bilimsel olduğu “basit bir akıl yürütmeyle” anlaşılabilir. Sonuç olarak Evrim Teorisi’nin değili tasarımdır.

Bilim yapabilmeniz için, bir şeyi hem doğruluyabiliyor, hem de yanlışlayabiliyor olmanız gerekir. Ancak A.T. bunu yerine getirememektedir” deniyor.

Her iki teoriyi de masaya yatıralım ve ikisini de kendi savları ile test edip UBA’ne göre bilimsel bir kıstas olan “yanlışlanabilirlik ilkesi”ni karşılayıp karşılayamadıklarına bakalım.

“Doğrulanabilirlik” konusuna girmeye gerek görmüyorum, çünkü bir olay üzerine yaptığınız tüm makul açıklamalar teorik olarak argümanı doğrulayabilir, tasarım da evrim de bu konuda “benim dediğim doğru” deme lüksüne sahiptir, zaten bu salt doğrulamanın sonu gelmeyeceğinden dolayı “falsification” ortaya atılmıştır, yani UBA bu konuda da ciddi bir hata yapmaktadır. Koskoca akademi hata yapar mı? Tabi ki yapar, hem de hayret edilecek düzeyde.

TASARIM ve EVRİM FALSIFICATION’A İZİN VERİYOR MU?

Teorileri inceleyelim ve yanlışlanmaya izin verip vermediklerine bakalım. Bunun için de “Evrim Kuram’ına göre evrilebileceği” iddia edilen ve doğal olarak evrilmiş olması gereken Bakteri Kamçısı’nı ele alalım.

-Tasarım teorisi, zekâ içermeyen bir sürecin bakteri kamçısını “üreteMEyeceğini” iddia eder (Behe).

-Evrim teorisi ise, zekâ içermeyen bir sürecin bakteri kamçısını “üretebileceğini” iddia eder (K. Miller).

İnceleyelim;

Tasarım yanlışlanabilir mi? Evet. Çünkü tasarımı yanlışlamak için zekâ içermeyen bir sürecin kamçıyı (veya benzer herhangi bir sistemi) üretebildiğini yani onun evrildiğini göstermek yeterlidir.

Peki, Evrim Teorisi yanlışlanabilir mi? Hayır. Çünkü evrim teorisini yanlışlamak için kamçının (veya benzer herhangi bir sistemin) potansiyel olarak sonsuz sayıdaki zekâ içermeyen muhtemel süreçlerden herhangi biriyle oluşamayacağını göstermek gerekir ki, bunu yapmak pratik olarak imkânsızdır. Bunu tüm evrilmiş canlılar için de uygulayabilirsiniz.

Sonuca gelelim; UBA’ne göre yanlışlanamayan ne oluyordu? Bilimdışı! Yani bilimsel değil. Sonuç olarak UBA’ne göre evrim kuramı bilimsel değildir. Bilimsel değil diye Evrim Kuramı yanlış mıdır? Hayır, sadece bilimsel değildir ve doğruluğun ölçüsü kati surette bilimsel olmaktan geçmez. Amacımız “Evrim Kuramı bilimsel koşulları karşılamaktadır, ama tasarım karşılayamamaktadır” diyenlerin yanlış düşündüklerini göstermektir.

Kaynaklar :

1. National Academy of Sciences, Sicence and Creationism: A View from the National Academy of Sciences - 1999

2. Michael Behe, Science and Evidence for Design in the Universe (Proceedings of the Wethersfield Institute) - 1999


18 Ağustos 2011 Perşembe

Recm Ayetleri

Hz. Aişe’den Gelen Rivayet

Hz. Âişe’den gelen rivayette recm ayetinin indiği, bunun bir kâğıtta olduğu; fakat bir evcil hayvan tarafından yendiği ifade edilmekte ancak ayetin metni geçmemektedir.
Söz konusu rivayet şöyledir:

Hz. Âişe şöyle dedi: “Recm ayeti ve büyük çocuğun on defa emzirilmesiyle ilgili ayet indi ve bu iki ayet bir kâğıtta yazılmış şekilde yatağımın altında idi.
Rasûlüllah (s.a.v) hastalandığında biz onunla meşgul iken, bir evcil hayvan gelip onu yedi.”

*Bu hadis, Ahmed b. Hanbel, VI, 269 da geçmektedir.Büyük çocuğun emzirilmesi bahsi yani rada bu hadisle de ilgili olarak;
http://www.haznevi.net/icerikoku.aspx?KID=9824&BID=124 adresinde uzun uzun değerlendirilmektedir.

Rivayetin Tariki:

Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) < Ya’kûb b. İbrahim (v. 208/823) < İbrahim b. Sa’d (v. 182/798) < İbn İshak (v. 150/767) < Abdullah b. Ebî Bekr b. Amr b. Hazm (v. 135/752) < Amra binti Abdirrahmân (v. 100/718) < Hz. Âişe (v. 58/677)

Rivayetin Sened Tahlili:

Hz. Âişe’den gelen rivayetin senedindeki ravilerden İbn İshak (v. 150/767) hakkında bazı âlimler “sika” derken; bazıları da onu yalancılıkla suçlamışlardır.
İbn Kuteybe (v.276/889), Hz. Âişe’den gelen rivayetin mecrûh olan İbn İshak sebebiyle zayıf olduğu görüşündedir.
Dârekutnî (v. 385/995) ise “İmamlar, İbn İshak hakkında ihtilaf etmişlerdir; dolayısıyla onunla ihticâc olunmaz; fakat onun rivayetleri itibar için kullanılabilir.” der.


############################################################

Hz Ali’den Gelen Rivayet

Hz. Ali’den gelen rivayet, Şurâha adındaki kadının recmedilmesiyle ilgili rivayetin içinde yer almıştır.Söz konusu rivayet şöyledir:

Hz. Ali, şöyle demiştir: “Recm Rasûlüllah (s.a.v)’den gelen bir sünnettir.
Daha önce recm ayeti inmiş idi.
Yemâme Savaşında recm ayetini ve başka ayetleri okuyan kimseler şehid oldu.

*Hadis kaynağı, Ahmed b. Hanbel, I, 43.

Rivayetin Tariki:

Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) < Yahyâ b. Zekeriyyâ (v. 220/835) < Mücâlid (v. 144/761) < Âmir eş-Şa’bî < Hz. Ali (v. 40/660):

Rivayetin Sened Tahlili:

Hâkim en-Neysâbûrî (v. 405/1014), hadisi Hz. Ali’den rivayet eden Âmir eş-Şa’bî’nin Hz. Ali’yi sadece gördüğünü, ondan hadis dinlemediğini;
Dârekutnî (v. 385/995) ise onun Hz. Ali’den sadece bir rivayeti olduğunu belirtir.
İbn Hacer (v. 852/1448) ise bu tek rivayetin Şürâha adındaki kadının recmedilmesiyle ilgili rivayet olmasının muhtemel olduğunu ifade eder.
Hadisi Âmir eş-Şa’bî’den işiten Mücâlid b. Saîd el-Hemedânî el-Kûfî hakkında ise Ahmed b. Hanbel:
“O bir şey değildir; âlimlerin merfû olarak zikretmediği birçok hadisi merfû olarak zikreder.” demiştir.
Yahyâ b. Maîn (v. 233/848) de: “Onun hadisiyle ihticâc olunmaz.” demiştir.
Ayrıca diğer âlimler tarafından onun hakkında; zayıf olduğu, ömrünün sonunda hafızasının zayıfladığı, çok hata yaptığı ve kendisine telkinde bulunulduğu zaman bunu kabul ettiği de söylenmiştir.


############################################################

*Konuyla ilgili olarak bir rivayet daha aktaracağım.
Bu rivayetin önemi Übey b. Ka’b 'a atfedilmesidir.
Übey b. Ka’b bir vahy katbidir.
Hakkında rivayetler ışığında özet bilgiye http://www.enfal.de/ecdad70.htm adresinden erişebilirsiniz.


############################################################

Übey b. Ka’b’dan Gelen Rivayet:

Zirr b. Hubeyş şöyle dedi: “Übey b. Ka’b bana: “Ahzab suresini ne kadar okuyorsunuz?” dedi.
Ben de: “Yetmişüç veya yetmişdört ayet olarak okuyoruz.”dedim.
Übey: “Hayır, Ahzâb suresini Rasûlüllah ile birlikte okudum, o, Bakara suresine yakın (denk) veya ondan daha uzun idi.
Ahzab suresinin içerisinde recm ayeti de vardı.” dedi.
Ben: “Ey Ebâ Münzir! (Übey b. Ka’b’ın künyesi) recm ayeti nedir?” dedim.
Übey: “eş-Şeyhu ve’ş-şeyhatu izâ zeneyâ fercümûhümâ elbettete nekâlen minallahi vallahu azîzun hakîm” dedi.
Yani, yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ederlerse Allah’tan bir ceza olarak ikisini de kesinlikle recmediniz.
Allah, Azîzdir, Hakîmdir.”

*Bu recm ayetleri olduğu söylenen lafızları daha sonra daha derin tahlil edilmesi gerekir, çünkü lafzı, değişik şekillerde aktaran rivayetler mevcut.

Rivayetin Tariki:

Abdürrezzâk (v. 211/826) < Sevrî (v. 161/777) < Âsım b. Behdele (v. 128/746) < Zirr b. Hubeyş (v. 83/702)

Rivayetin Senet Tahlili:

Übey b. Ka’b’dan (v. 32/652) gelen rivayet sadece Zirr b. Hubeyş (v. 83/702) tarafından rivayet edildiği için “garîb”dir.
Hadisi Zirr b. Hubeyş’ten rivayet eden ravilerden Âsım b. Behdele (v. 128/746) “hâfıza” yönünden tenkid edilmiştir.

Rivayetin İkinci Tariki:

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel (v. 290/903) < Vehb b. Bakiye < Hâlid b. Abdillah et-Tahhân < Yezîd b. Ebî Ziyâd (v. 136/753) < Zirr b. Hubeyş (v.83/702) < Übey b. Ka’b (v. 32/652)

Tarikte yer alan Yezîd b. Ebî Ziyâd (v. 136/753) ise hadis âlimleri tarafından “zayıf” olarak kabul edilmiştir.
Buna göre bu tariki zayıf olmakla birlikte, Übey b. Ka’b’dan gelen yukardaki hadis, “hasen” derecesindedir.
Fakat Hâkim (v. 405/1014), bu hadisin “sahih” olduğunu söylemiştir.

*Hasen hadis, sahih hadis ile zayıf hadis arasında yer alan, fakat sahih hadise daha yakın olan bir hadis çeşididir.
**Garip hadis, herhangi bir tabakada, bir râvînin yalnız başına rivâyet ettiği ve başka râvîler tarafından rivâyet edilmeyen hadise verilen isimdir.

Konuyla ilgili bir kaç hadis daha var.
Onlarla ilgili olarak kaynak araştırması yaptıktan sonra buraya ekleceğim.
Değerlendirmeleri en sona bırakıyorum.


Buraya Hz. Ömer den gelen rivayeti de almalı.
Çünkü Resulullah ın recm uyguladığına dair rivayetler, Yahudi şeriatı gereği olabilir.
Fakat buraya aldığım rivayetler, Resulullah ın vefatından sonra olduğu için önemlidir.



Hz. Ömer’den Gelen Rivayet


Hz. Ömer’den gelen bir rivayete göre o, Medine’de irâd ettiği bir hutbede, gelecekte bazı kimselerin, recmi Allah’ın Kitab’ında bulamadıkları gerekçesiyle inkâr edeceklerini belirttikten sonra recmin Kur’ân ayeti ile sabit olduğunu ifade etmiştir.Söz konusu rivayet şöyledir:

“(…) Hz. Ömer şöyle dedi: “Şüphesiz ki Yüce Allah, Muhammed (s.a.v)’i hak (Peygamber) olarak gönderdi. Ona Kitab’ı indirdi. Kendisine indirilenler arasında recm ayeti de vardı. Biz onu okuduk ve ezberledik. Rasûlüllah (s.a.v) recmetti.11 Ondan sonra biz de recmettik.12 Gelecekte birinin, “Biz, Allah’ın Kitab’ında recm ayetini bulamıyoruz.” demesi ve böylece insanların, Allah’ın indirdiği bir farîzayı terk etmeleri sebebiyle sapıklığa düşmelerinden korkuyorum. Şüphesiz ki recm, Allah’ın Kitab’ında; erkeklerden ve kadınlardan evli olup da zina eden, zinası (suçları) da beyyine (şâhid) veya gebelik ya da itiraf ile sabit olan kimselere haktır.”İnsanların, “Ömer Allah’ın Kitab’ına ziyade yaptı.” demeleri olmasa, muhakkak ki recm ayetini Kitab’a yazardım.. Muhakkak ki biz recm ayetini okuduk (o şu şekilde idi): “eş-şeyhu ve’ş-şeyhatu1 izâ zeneyâ fercümûhümâ elbettete.” (Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ederlerse, ikisini de kesinlikle recmediniz.)”

Rivayetin Tariki:

Müslim (v. 261/874)


Ayrıca Ali b. Zeyd b. Cüd’ân (v. 131/748) tarikiyle gelen rivayetlerde Hz. Ömer’in: “Bu ümmetten ileride bir gurup gelecek, recmi yalanlayacaklar, güneşin batıdan doğacağını yalanlayacaklar, şefaati yalanlayacaklar, havzı yalanlayacaklar, Deccâl’i yalanlayacaklar, kabir azâbını yalanlayacaklar ve bir gurubun ateşe girdikten sonra tekrar ateşten çıkacağını yalanlayacaklardır.” dediği de ekleme olarak geçmektedir.

Fakat Ali b. Zeyd b. Cüd’ân cerh ve ta’dil âlimleri tarafından zayıf kabul edilmiştir. Bu nedenle söz konusu ekleme sahih değildir.

Recm ayeti ile ilgili Hz. Ömer’den gelen rivayet Sahihayn başta olmak üzere birçok hadis kitabında geçmektedir. Recm ayetinin metni sadece Süfyân b. Uyeyne (v. 198/814) ve Sa’îd b. el –Müseyyeb (v. 93/711) tarikiyle gelen bazı rivayetlerde geçmektedir.

Sened Tahlili:

Recm ayetiyle ilgili Hz.Ömer’den gelen rivayetin tariklerinde bulunan ravilerin çoğu cerh ve ta’dil âlimleri tarafından “sika” olarak kabul edilmiş, bazı raviler ise çeşitli yönlerden tenkid edilmiştir:

“Dârimî (v. 255/869) < Hâlid b. Mahled (v. 213/828) < Mâlik (v. 179/795) < ez-Zührî (v. 124/742)

*İhticac: Bir meseleyi açıklığa kavuşturup isbat etmek üzere hüccet getirmeye, bir şeyi delil getirerek hüküm vermeye denir.Hadis ilminde bu manada herhangi bir şer'i meselede hadisi delil olarak kullanmaya, diğer bir deyişle hadisten hüküm çıkarmaya denilmiştir.

**Münker: Tercih edilen tanıma göre münker hadis, adalet ve zabt yönünden zayıf bir râvînin, sika râvîye aykırı olarak rivâyet ettiği ve rivâyetinde tek kaldığı hadisdir.


Ebû Hatim, “Beyhakî (v. 458/1066) < Muhammed b. el-Hasan < Harmele (v. 243/857) < İbn Vehb (v. 197/812) < Yûnus (v. 159/776) < İbn Şihâb (v. 124/742) < Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe (v. 94/713) < Abdullah b. Abbâs (v. 68/687)” şeklindeki tarikte yer alan Harmele b. Yahya (v. 243/857) hakkında da aynı şeyi söylemiş; ayrıca başka âlimler tarafından “Onun zayıf olduğu” da söylenmiştir.


“Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) < Abdullah < Babası < Hüşeym (v. 183/799) < ez Zührî (v. 124/742) < Ubeydullah b. Utbe b. Mes’ûd (v. 94/713) < Abdullah b. Abbâs (v. 68/687) < Abdurrahmân b. Avf (v. 32/652)” şeklindeki tarikte26 yer alan Hüşeym b. Beşîr (v. 183/799), fazla tedlis yapmakla tenkid edilmiş;

Ravinin hadis işittiği şeyhten gerçekte işitmemiş olduğu hadisi rivayet etmesi de tedlistir.Yani yalan konuşmuştur.

“Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) < Abdullah < Babası < Hüşeym (v. 183/799) < Ali b. Zeyd b. Cüd’ân (v. 131/748) < Yûsuf b. Mihrân < İbn Abbâs (v. 68/687)” şeklindeki tarikte yer alan Ali b. Zeyd b. Cüd’ân hakkında ise:

Ahmed b. Hanbel (v. 241/855): “O, bir şey değildir.”, Ebû Hâtim (v. 277/890): “Onun hadisi yazılır; fakat onunla ihticâc olunmaz.”, Ebû Zur’a (v. 264/878) ve İclî (v. 261/875): “Hadiste kuvvetli değildir.”, Nesâî (v. 303/915): “Hadiste zayıftır.”, İbn Huzeyme (v. 311/923): “Hafızasının kötülüğünden (zayıflığından) dolayı ondan hadis rivayet etmedim.”, İbn Adiy (v. 365/975): “Basralılar ve başkaları arasında ondan hadis rivayet etmekten çekinmeyen birini görmedim. O, Şiilikte aşırı gidiyordu. Zayıf olmakla birlikte hadisi yazılır.” demiştir.


Sa’îd b. el-Müseyyeb’in (v. 93/711), Hz. Ömer’den (v. 23/644) hadis dinleyip dinlemediği ise ihtilaflı bir konudur: Ahmed b. Hanbel (v. 241/855), Sa’îd b. el-Müseyyeb’in, Hz. Ömer’den hadis dinlediğini söyler; fakat Ebû Hâtim (v. 277/890) ve diğer bazı âlimler bunu kabul etmezler.

Buraya konuyla ilgili önemli bulduğum bir hadisi/rivayeti daha ekleyeceğim.
Fakat yine konuyla ilgili olarak aktarılan rivayetlerin bu kadarla kalmadığını belirteyim.


Zeyd b. Sabit’ten Gelen Rivayet

Zeyd b. Sâbit’ten (v. 45/665) gelen rivayette, onun recm ayetini bizzat Hz. Peygamber’den işittiği belirtilmekte ve recm ayetinin metnine yer verilmektedir.
Zeyd b. Sâbit’ten gelen rivayet şöyledir:

Kesîr b. es-Salt şöyle dedi: “İbnu’l-Âs ve Zeyd b. Sâbit Mushafları yazıyorlardı.
Şu ayete (recm ayetine) gelince Zeyd b. Sâbit:
“Ben, Rasûlüllah (s.a.v)’i şöyle derken işittim: “eş-Şeyhu ve’ş-şeyhatu izâ zeneyâ fercümûhümâ elbettete.” (Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ederlerse ikisini de kesinlikle recmediniz.) dedi.
Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: “Bu ayet indirilince Rasûlüllah (s.a.v)’in yanına geldim ve “Bunu bana yazdır” dedim.

*Ömer ismi Hâkim’in rivayetinde “Amr” olarak geçmektedir. (Hâkim, Müstedrek, IV, 401
Şu’be şunu ziyade olarak söyledi:
**Hâkim’de “Onu yaz.” şeklinde geçmektedir. (Hâkim, Müstedrek, IV, 400–401)
“Rasûlüllah (s.a.v) sanki bu isteğimi hoş karşılamadı.”
Ömer dedi ki: “Görmüyor musun, yaşlı adam (evli iken zina ederse ona celde vurulur ve o recmedilir.)
***Parantez içindeki cümle Hâkim’de geçmektedir. ( Hâkim, Müstedrek, IV, 401)
evli değilse ona sadece celde vurulur.
Genç (Hâkim’de “es-seyyib” -Evli olan veya evlilik geçirmiş olan kimse- şeklinde geçmektedir.(Hâkim, Müstedrek, IV, 400-401) ise evli iken zina ederse recmedilir.”

*Hadis kaynağı: Ahmed b. Hanbel, V, 183



Rivayetin Tariki:

Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) < Muhammed b. Ca’fer < Şu’be (v. 160/776) < Katâde (v. 117/744) < Yûnus (v. 90/709) < Kesîr b. es-Salt:

Sened Tahlili:

Zeyd b. Sâbit’ten gelen rivayet, sadece Kesîr b. es-Salt’tan nakledildiği için isnad yönünden “garîb”dir; sika raviler tarafından rivayet edilmesi sebebiyle de “sahih”tir.
Beyhaki de bu rivayetin ikinci tarikinde isimsiz bir ravisi dolayısı ile hadis zayıftır.
Kısaca bu hadis zayıf, garip ve aynı zamanda sahihtir.

###################################################

Aynı rivayetin bir başka şekilde aktarılmış olanı Beyhaki nin Sünen i 8-367 de geçmektedir;


Kesîr b. es-Salt şöyle dedi : “Mervan’ın yanındaydık, aramızda Zeyd b. Sâbit de vardı.
Zeyd dedi ki: “Biz vaktiyle “Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ederlerse ikisini de kesinlikle recmediniz.” sözlerini okurduk.
Mervan, “O zaman onu Mushaf’a koyalım mı?” dedi.
Zeyd dedi ki : “Görmüyor musun, zaten (zina eden) evli gençler recmediliyor.”
Zeyd devamla dedi ki: “Ömer b. el-Hattâb aramızdayken bu meseleyi birileri gündeme getirmişti.
Ömer dedi ki: “Ben, bu konuda sadra şifa bilgi vereceğim.” Biz, “Nasıl?”diye sorduk.
Dedi ki “Rasûlüllah (s.a.v)’e gideceğim ve şöyle şöyle diyeceğim.
Recmi zikrederse “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana recm ayetini yazdır.” diyeceğim.
(Daha sonra) Ömer dedi ki: “Rasûlüllah’a gittim, bu durumu zikrettim.
Recm ayetini zikretti. Ben de “Ey Allah’ın Rasûlü! Recm ayetini bana yazdır.” dedim.
Buyurdu ki: “Buna gücüm yetmez.”



Rivayetin Tariki:

“Beyhakî < Ebû’l-Hasan el-Makrî < el-Hasan b. Muhammed b. İshâk < Yûsuf b. Ya’kûb < Muhammed b. el-Müsennâ < İbn Ebî ‘Adiy < İbn Avn < Muhammed < Kesîr b. es-Salt




Buraya kadar verdiğimiz hadislerden hareket edersek, açık bir problem gözükür;
İlgilli ayetin lafzının sabit olduğu kabul edilse, Kur’ân’dan şüphe edilecek;
hükmünün mensuh olduğu kabul edilse Hz. Peygamber’in recm hakkındaki uygulamalarından şüphe edilecektir.
Bu konuda çeşitli alimlerin, çeşitli yorumlarını vereceğim ama Beyhaki den hadis yazmışken, Beyhaki, rivayetlere, az sonra zikredeceğim ara formüle bir işaret olduğunu söyler.
Bu ara formül de, recm ayetinin lafzının mensuh, hükmünün sabit olduğudur.
Fakat, böyle önemli bir konuda, rivayetlerde recm ayetinin lafzının mensuh hükmünün baki olduğuna yönelik açık bir ifade geçmemesi de gariptir.



Bir çok rivayetleri verdik, elbette bir çok alimin de görüşlerini vereceğiz.
Ancak, hiç bir alimin İslam da recm yoktur dediği vaki değildir.
Alimler daha çok, hükmü olan lafzı olmayan Kuran ayetinin durumunu düzeltmek için görüş bildirmişler.
Çünkü durum naziktir.

Çünkü, ilgili ayetin lafzının sabit olduğu kabul edilse, Kur’ân’dan şüphe edilecek; hükmünün mensuh olduğu kabul edilse Hz. Peygamber’in recm hakkındaki uygulamalarından şüphe edilecektir.
Bu sebeple, "lafzı kaldırılmış, hükmü devam etmiş" tir görüşü hemen hemen bütün alimlerce benimsenmiş.

Peki neden hükmü devam edecek bir ayetin lafzı kaldırılmıştır?
Neresinden bakarsanız bakın, bu nübüvvet müessesi içinde kabul edilemez bir yöntemdir.

Esasında bütün problem Resulullah ın sağlında bu ayet ya da ayetlerin Kuran da olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu konuda gelen rivayetlere bakıldığında, ayetlerin Kuran da olduğu kesindir.
Fakat yine, örneğin bu sayfada Zeyd den yazdığımız rivayet, ayetin Kuran da olmadığını söyler.

Bu konuda gelen rivayetler metin açısından incelendiğinde ortaya bir çok problem çıkar.
Bazı alimler bu konuya çözüm iççin nesh ve unutturulma müessesini devreye sokmuşlar.
Fakat bu başta söylediğim gibi nübüvvetin temellerine ters, çünkü Yüce Allah;

A'LÂ suresi, 6. ayetinde ... Sana Kur'an'ı biz okutacağız ve asla unutmayacaksın.

buyurmaktadır.

Burada sorduğumuz soru önemlidir; neden hükmü devam edecek bir ayetin lafzı kaldırılmıştır?
İşte bu soruya Suyuti, bir rivayeti baz alarak şöyle cevap verir.
Söz konusu rivayet başka bir eserden Suyuti nin Itkan ına girmiştir;

İbn ed-Dureys (v. 294/906), “Fedâilu’l-Kur’ân” isimli eserinde Ya’lâ b. Hakîm tarikiyle Zeyd b. Eslem’den naklettiği rivayette Hz. Ömer’in insanlara hitaben şöyle dediğini aktarır:

“Recm konusunda şüpheye düşmeyiniz.
Çünkü recm haktır.
Bu ayeti Mushaf’a yazmayı düşündüğüm zaman, bunu Übey b. Ka’b’a sordum ve ondan şu cevabı aldım:

“ Ben Rasûlüllah (s.a.v)’den bu ayeti okumasını istediğim zaman sen bana gelip, göğsümü iterek :

“İnsanlar eşekler gibi çiftleşirken; sen, Rasûlüllah’a recm ayetini mi okutmak istiyorsun?” dememiş miydin?”

*Bu aktardığımız rivayet, Suyûtî, İtkân, II, 722, 723 de geçmektedir.
Buna, yine aynı sayfada Suyuti tarafından yapılan yorum ise;

“Bu konuda aklıma güzel bir fikir geldi: Recm ayetinin neshedilme sebebi, neshedilen ayetin hükmü bâki kalmakla birlikte, Mushaf’ta yer almamasından dolayı, Müslümanlara kolaylık sağlamaktır.
Çünkü recm, hükümlerin en ağırı, en şiddetlisi ve hadlerin en katısıdır.
Recm ayetinin kaldırılmasında zina suçunun örtülmesinin (kusurları saklamanın) mendûb (güzel bir davranış) olduğuna yönelik bir işaret vardır"

Rivayetin işaret ettiği yer noktasında, İbn Hacer de, bu rivayette “recm ayetinin tilavetinin niçin neshedildiğine” dair bir işaret bulunduğunu belirtir.

Konuya özel, tüm rivayetler ve tüm alimlerin görüşü dikkate alındığında, ortada ihtilafsız bir konu vardır; o da nesh müessesesidir.
Fakat nesh in, "bu konuya özel" kendi dışında büyük problemleri vardır.Şöyle ki;

Alimlerin ekserisi, -Biz yerine daha iyisini veya bir benzerini getirmedikçe bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırmaz veya unutturmayız....mealinde ayeti, nesh e bir destek-sebep olarak kullanırlar.
Fakat bu konuda, verdiğim rivayetler dikkate alınırsa, bazı sahabeler ilgili ayetin lafzını unutmamışlardır.
Burada, yukarıda rivayetini verdiğim, Resulullah ın, "Kuran ı ondan öğreniniz" dediği Übey b. Ka’b da unutmamıştır.
Rivayetlere bakılırsa Hz. Ömer de unutmamıştır.
Aslına bakarsanız ilgili ayetin ne lafzı unutturulmuş ne de hükmü kaldırılmıştır..
Kaldı ki recm ayeti denilen ayetin metni de bir çok alim tarafından tenkide uğramıştır.
Olduğu söylenilen ayet, yaşlı erek ve kadınları recm ediniz" mealinde olduğundan, ayetin kendisi umumi, müşkil ve müphemdir.
Ancak, rivayetlerde ziyade yapılan, yani eklenilen/arttırılan bazı sözler, yani "evli olanı recm edin" gibi bir sözle, ayet hususi konuma getirilir.
Ama problem devam eder, çünkü "yaşlı" kelimesi de muğlak bir kelimedir.
Bazıları 40 yaştan sonrası yaşlıdır demişlerdir.

Neshin, bu konu dışında da bazı problemleri vardır.
Eğer bu yöntem çalıştırılacak olursa, Kuran da 700 kusür ayet nesh olunabilir.
Yani, konuştuğumuz konunun tersine,Kuran da şu an var olan ayetlerin lafzı var hükmü yok, denilebilir.

Son olarak şöyle bir toparlama yapmakta fayda var;
Konuştuğumuz konu, müstakil olmakla beraber recm fiili ile bağlantılıdır.
Recmin olup-olmaması problemi, hükmü var kendisi yok ayeti ile bağlantılıdır ancak, her iki meselenin kendine has problemleri vardır.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Aborjin Duası

Her şey yeterli olsun!
Seni ayakta tutmaya yetecek kadar güzelliklerle dolu bir yaşam sürmeni diliyorum.
Aydınlık bir bakıs açısına sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum.
Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum.
Ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar mutluluk diliyorum.
Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum.
Sahip olduğun her şeyi takdir etmene yetecek kadar kayıp diliyorum.
Son "elveda"yı atlatmana yetecek kadar "merhaba" diliyorum.

2 Ağustos 2011 Salı

Çay

Bu konularda biraz karışık yazıyor izlenimine kapıldım.
Tanrı ve Tanrı nın varlığı konularına girince ister istemez biraz detaya giriyorsunuz ve söylemeye çalıştıklarınız biraz karışıyor gibi oluyor.
Bu sefer basit ve kısa bir çıkarım yapmayı deneyeceğim.
Bunun için kullanacağım araç, her derde deva çay..

Sıcak bir bardak çayı aldınız önünüze koydunuz, muhabbete daldınız içemediniz..
Çayınızın soğuduğu ya da soğuyacağı herkesin bildiği kaçınılmaz bir sonuçtur.
Peki ama çayınız neden soğur?
Bu durum evrenin en olasılıkçı ama aynı zamanda en kesin yasası, termodinamik bir yasadan hareketle elde edilen entropi kavramı ile açıklanır.
Biz bu kadar detaya girmeyeceğiz, yalnızca şunu söylemek yeterli;

Isı, en olası yöne doğru akar.Yani sıcaktan soğuya doğru.
Sistem ısıl dengeye ulaşınca enerji alış-verişi olmaz.

Çayımıza dönecek olursak, çay içinde bulunduğu çevreden daha sıcak olduğununa göre ısısını içinde bulunduğu çevreye verecektir.
Bu ısı verişi, çay ve çevrenin aynı sıcaklığa gelmesine değin sürer.
Peki ya sonra?

Konumuz açısından bu soruyu şöyle soralım; çayın çevreye verdiği ısı kendi kendine yine çayda toplanabilir mi?
Hayır, bu imkansızdır.
Çayın kendi kendini ısıtma ihtimali var mıdır?
Hayır böyle bir ihtimal de imkansızdır..
Biz çayı ısıttığımızda, çayın kendisi ve çevresinden bağımsız bir sistem olarak enerji alış-verişini sağlarız.

Dünyamızın çekirdek sıcaklığı 6000 C derece olduğu söyleniyor.
Dünyanın kendisi, kendi merkezini ısıtamayacağına göre çekirdeği kim ısıttı?
Evrenin şu an ki sıcaklığı 2.7 Kelvin olduğu söyleniyor.
Evrenimiz bundan milyonlarca yıl önce binlerce dereceye varan bir ısıya sahipti.
Tıpkı çayımızın kendi kendini ısıtamayacağı gibi, evrenimizin de kendi kendini ısıtması imkansız..
Öyle ise evreni kim ısıttı?
Bence evrenin ve maddenin kendisinden bağımsız bir Tanrı..
Başka seçenek varsa biri bana anlatsın ama anlatırken çay söylesin...
Eğer elimdeki çay soğumak yerine daha da ısınırsa anlatıklarına belki o zaman ikna olabilirim..






1 Ağustos 2011 Pazartesi

Tanrı ve Enerji

Elinizdeki taşı alıp havaya attığınızda taş yere düşer.
Siz ve sizden başka deneyen herkes bunu gözlemleyebilir.
Taş neden yere düşer?
Ya taşın kendisinde düşmesini sağlayacak bir kuvvet vardır ya da yerin kendisinde taşı kendisine doğru çekecek bir kuvvet mevcuttur?
Peki bunlardan ikisi de doğru olamaz mı?
Bilimin bugün geldiği noktada, atomlardan oluşmuş -manyetik olmayan- yapıların, birbirlerini çektiğini biliyoruz.
Yani aslında hem yer taşı çekiyor hemde taş yeri çekiyor demek en doğrusu, buna yerçekimi veya kütlesel çekim diyoruz.
İşte taş, bu kuvvetin var olmasından dolayı düşüyor.
Peki ama taş, yere "neden" düşüyor?
Cevap oldukça basit:Yerçekimden dolayı..
Yani taşı yere düşüren sebep yerçekimidir.
Fakat taşın yere düşme nedeni yerçekimi değildir.
Çünkü taşın yere düşme nedeni yerçekimidir dersek, yerçekiminin nedeni de taşın yere düşmesidir sonucuna ulaşırız.
Oysa, -elektrik yükler dikkate alınmaksızın- yerçekiminin nedeni taşı yere düşürmek veya cisimlerin birbirini çekmesini sağlamak değildir, yerçekimi sadece ilk sebeptir.
Taşı yere düşüren neden, yerçekiminin var olma nedenidir.
Yerçekimi hangi sebepten dolayı veya neden var diye sorabiliriz o halde.
Veya şöyle soralım; cisimler birbirini çektiği için mi yerçekimi var, yerçekimi olduğu için mi cisimler birbirini çekiyor?
Bu iki soruya da cevap evet ise, başka hiçbir sebebi dikkate almaksızın sonuçu sebebe, sebebi de sonuca bağlamış oluruz.
Bunun açık karşılığı kısır döngüdür ve neden sorusunun yanıtı değildir.

Konuyu biraz daha, benzer bir şekilde açmak daha açıklayıcı olacaktır.
Bir otomobil benzin yaktığı için mi yol alır yoksa yol aldığı için mi benzin yakar?
Elektrikli, tüplü vs.. otomobil ve vites konusunu dikkate almıyorum..
Yani bir araba benzin yakmasa da(elektrikli ise) veya vites boşta ise benzin yakar ama gitmez vs.. gibi olasılıklara değinmiyorum.
Toparlayacak olursak, bir arabanın yol almasının "nedeni" benzin yakması değildir.
Bir arabanın benzin yakmasının "nedeni" de yol alması değildir, bunlar sadece sebep ve sonuçlardır.
Bu sebep-sonuç ilişkisinin gerçekleşmesinin yani var olmasının gerçek "nedeni" arabayı kullanan tarafından öne sürülen nedenden başkası değildir.

Benzinin "nasıl" yandığını veya arabanın "nasıl" yol aldığını bilmek bu sebep-sonuç ilişkisinin nedenini ortaya koyamaz.

Fakat bilimin, örneklemeye çalıştığım tarzdaki yaklaşıma getirdiği bir açıklama vardır:
Sistemler/kurallı bütünler , bilimselliğin sınırları içinde yapıları, işleyişleri ve kendilerine özgü nitelikleri, aralarındaki ve bulundukları ortamla ilişkileri açısından düşünüldüğünde, canlı ve cansız olguların nedensellik ve belirleyicilik ilkelerinin ışığında ve ancak onların aracılığıyla incelenebilirler.
Bilimsel araştırmalar sırasında olguları incelerken nedensellik ilkesini aşan, ne için veya hangi amaca yönelik varız.. gibi sorular sormamıza hiç bir gerek yoktur, denilir.
Yani ne için var oldukları, nasıl olduğu açıklanmaya çalışılan kurallar bütünün kendisindedir.
Herşeyin nedeni, nasıllığı araştırılan varlığın kendisidir..

Bu açıklama, bana göre olguları basitleştirmemizi sağlayan ama bir o kadar da kendimizi kandırdığımız genel bakış açısına basit bir yön vermedir.
Çünkü bilim nasıllığı, bir neden üzerine bina ederek değil bir sebep üzerinden açıklamalar getirir.
Yukarıda söylemeye çalıştığım gibi taşın yere düşme sebebi kütlesel çekim kuvvetidir.
Fakat bu illizyonik bir cevaptır, kısır döngü oluşturur, tıpkı şunun gibi:

"Bu önerme yanlıştır".
Önermenin yanlış olduğu varsayılırsa doğru olduğu, ama doğru olduğu varsayılırsa da yanlış olduğu sonucuna kolaylıkla varılabilir.(Eublides paradoksu)
Bu, "kendine gönderme yapan" önerme olarak tanımlanmış.
"Taşın yere düşme nedeni yerçekimi ise yer çekimin nedeni de taşın yere düşmesidir" önermesine/önermelerine çok benziyor.
Burada yapılması gereken en makul yorum önermenin doğru veya yanlışlığına karar verilemez olduğunu söylemektir.
Bu bağlamda bilim aslında nedene dair bir şey söylemiyor, sadece sebepleri birbirine ekliyor.
Buraya kadar bilimin daimi metodu tümevarımın kısmi bir problemine değinmeye çalıştım.
Mesel aslında daha detaylıdır ve birçok kimse bu soruna değinmiştir.
Peki ama bilimi biz insanlar yaptığına göre sebepleri neden birbirine ekliyoruz?

Artık bu noktadan sonra Tanrı ya dair bir şeyler söylemek gerekir.
Bu birbirine eklediğimiz sebep silsilesi bir daire oluşturur.
Bu daire hep varsa, silsileyi dairenin kendisine bağlayabiliriz.
Daireyi oluşturan sebepler silsilesi, sebepleri oluşturan dairenin kendisidir.
Fakat daire hep, yani ezelden beri yoksa bu silsiliye daireyi var eden nedene bağlayabiliriz.
Sebep değil neden kelimesini bilerek kullanıyorum, çünkü daireyi çizen, bir daire olamaz.
Zira dairenin çizildiğini düşünüyorsak daire yok iken, daireyi çizenin var olması gerekir.
Çizer dairenin kendisinden bağımsızdır, daire çizerden bağımsız değildir.
Daire sonradan çizildi ise, dairenin varlık nedeni bir çizeri gerektirir ancak çizerin varlık nedeni bir daire olmasını gerektirmez.
Tıpkı bir neden dahilinde ele alınamayan enerji çalkantılarının var olma nedeninin gerekmediği gibi.
Şimdi burada Tanrı ve kutsal olmayan Tanrı enerjiyi karşılaştırmak konuya açıklık getirecektir.

Enerji neden vardır?
Enerjinin var olma nedeninin olması için kendinden önce bir sebep olması lazım, fakat kendinden önce bir sebep yoktur.
Bu durumda enerjinin varlığı kendiliğindendir.

Tanrı neden vardır?
Tanrının var olma nedeninin olması için kendinden önce bir sebep olması lazım, fakat kendinden önce bir sebep yoktur.
Bu durumda Tanrının varlığı kendiliğindendir.

Enerji neyden/nelerden oluşur?
Enerji, enerjiden oluşur.

Tanrı neyden/nelerden oluşur?
Tanrı, Tanrıdan oluşur?

Enerji nedir?
Enerji iş yapabilme yeteğine sahip erkedir.

Tanrı nedir?
Tanrı enerjiyi kullanma, yaratma yeteğine sahip ilahtır.

Enerjinin seçim yapabilecek bir iradesi varmıdır?
Enerjinin seçim yapabilecek bir iradesi yoktur, kuralları vardır.

Tanrının seçim yapabilecek bir iradesi varmıdır?
Tanrının seçim yapabilecek bir iradesi vardır, kurallar bu irade sonucudur.
...........

Bu tür benzetmeleri çoğaltabiliriz.
Bu benzetmelerden çıkaralacak ilk ve hatta tek sonuç şudur:
Enerjinin bir amacı yoktur, ama Tanrı nın bir amacı vardır.
Tanrının amacı bizim varlık nedenimizdir.
Bizim var olmamız Tanrının var olma nedeni değildir, bir amacın var olma sebebidir.
Dolayısı ile Tanrının var olması akıldan bağımsızdır, var olmamasının gereği ancak bir amaç olmadığında mümkündür.

Buraya kadar dinlerden bağımsız bir Tanrı sorgulaması/karşılaştırması yapmaya çalıştım.
Bir çok detaya bilerek girmedim ve girmediğim detaylardan elde edilebilecek çıkarımları muğlak olarak verdim.
Bütün bunların totalinde söyleyebileceğim bir Tanrı fikri zorunludur.
Dinlerin ortaya koyduğu Tanrı anlayışı eleştirilerek bir Tanrı nın olmadığı söylenemez.
Bir Tanrı vardır önermesine, inanmanın ötesinde, biliyorum vardır diyebiliyorum, bir Tanrı yoktur önermesine, bilmiyorum demekten başka bir şey diyemiyorum.
Yanılıyorsam sadece yanılıyorumdur...

Yine Neden?

Neden hiç bir şey yerine bir şeyler var?
Bu soru benim de maceraya atılmamı sağlayan sorulardan biri.
Ama asıl soru şu bence;
Neden, neden hiç bir şey yerine birşeyler var sorusunu soruyoruz?
Bu soruya iki şekilde cevap verilebilir;

1-Sormamız istendiği için soruyoruz,
2-Bu soruyu sormamız sadece olasılıklardan biri, sormayabilirdek de..

Olasılık demişken buradaki klasik ate savunması kağıt örneğine kısaca bir göz atalım.
Anoloji ile ispat olmaz ama anolojiden reele ulaşmayı bir deneyeyim.
Aslında başlık sahibinin sorduğu sorular ile iskambil kağıdı örneği birebir uyuşmuyor, şöyle ki;
Başlık sahibi neden kağıtlar dağıtılıyor diyor ilk başta, ama konu buraya gelmiş.

Yani eğer kağıtlar dağıtılıyorsa elinizde o kağıtlar içinden kağıtlar olacağı kesindir.
Kağıtların neden dağıltığının sebebini bir kenara bırakarak olayı olasılık üzerinden analiz edelim.
Kağıt destesinden bir kağıt seçtiğimizde o kağıdın gelme olasılığı nedir?
Bunun için destede kaç değişik kağıt olduğunu bilmemiz lazım, jokerleri saymazsak 52.
Öyle ise çekeceğimiz bir kağıdın gelme olasılı 1/52 dir.
Bu şunu gösteriyor değişken sayısı ne kadar büyürse o kağıdı çekme olasılığımız o kadar küçülüyor.
Eğer elimizde 1 milyon değişkenli bir deste olsaydı bu oran 1 milyonda 1 olacaktı.
Gerçi o kağıt derken daha o kağıdın ne olduğunu tanımlamadık, şimdi onun sırası geldi.

Tekrar 52 lik destemize dönelim bir kağıt çekelim, varsayalım kupa 1 çektik.
Bu kağıdı tekrar desteye koyup kardığımızda kupa 1 çekme olasılığımız nedir?
Tabi ki 1/52 dir.
Bir başka deyişle çektiğimiz kağıtları destemize katmadan 52 kez kağıt çekmeye kaltığımızda kesinlikle kupa 1 i bulacağız.
Peki bu kupa 1 i desteye katıp kardığımızda onu çekme şansımız nedir?Yine 1/52 dir.
O halde şunu söyleyebilirim; 52 sayısı oluşabilecek tüm olasılıkları belirler.

Bu noktadan sonra anolojiye geçelim ve devam edelim.
Kupa 1 miz şu an içinde yaşadığımız evren olsun.
Evrenin ortaya çıkışı fiziki lehçe ile vakumdaki enerji dalgalanmalarının sonucunda olmuş.
Biz bir de şunu biliyoruz, evren 14 milyar önce yoktu.
Eğer evren 14 milyar yıl önce var olduysa, vakumdaki enerji dalgalanmaları sonsuzdan beri devam eden rastsal bir dalgalanma olamaz.
Çünkü,vakumdaki enerji dalgalanmalarının sayısı evreni 14 milyar yıl önce ortaya çıkaracak kadardır.
Vakumdaki enerji dalgalanmalarının değerini anolojik olarak arttıralım, yani 53 farklı kağıt yapalım.
Evrenin oluşması, yani kupa 1 i çekme olasılığımız bu sefer 1/53 olacaktı.
Tekrar evrenin yaşına dönersek, evrenin, atıyorum 10 milyar yıl önce oluşması gerekecekti.
Evrenin 14 milyar yıl önce var olması, onu meydana getiren değişimlerin var oluş anına kadar süreceğinin kesin olarak belirlenmiş olması demektir, yoksa şu an yaşadığımız evren olmazdı.
Bu da aslında evrenin ortaya çıkışının tesadüf değil zorunluluk olduğunu gösteriyor bana göre.
İlk başa ve soruya dönecek olursak soruyu sormamız istendiği için soruyoruz diyebilirim.
Peki neden hiç bir şey yerine bir şeyler var?
Hiç bir şey yerine bir şey tercih edildiği için..

17 Temmuz 2011 Pazar

Tanrı nın Sigarası

Sigara içenler bilirler ya da başlarına gelmiştir..
Bazen içilen sigaranın dumanı garip şekiller alır, garip şekillerin beynimizdeki iz düşümü, beynimizce, anlamlandırılır.
İşte o an o garip şekiller garipliklerini kaybedip, çiçeğe böceğe,insan suratına, silüete, etten varlıkların gölgesine dönüşürler..
Kısacası hafızamızın varlık hanesindeki varlıkların eskizi oluverir o duman..
Sigarayı biz yaktıysak, gerçekte o dumanın benzettiğimiz varlık olmadığını biliriz..
Hatta yanımızdakine dumandan varlığımızı göstermeye kalksak o göremez..
Çünkü dumanın bu değişimi anlık ve çok hızlıdır.
Çünkü, gözlerimizin ve beynimizin ortaklaşa kürek çekerek oynadıkları bu oyun, tek perdelik ve sahibine özeldir genellikle..
Yanımızdakinin kürekçileri kendi sahiplerine başka bir oyun oynuyor olabilirler..
Tek perdelik bu oyunun ortak bir sahnede oynamaması da mümkündür, yani yanınızdaki, sigara dumanındakindeki hayali varlığınızı, sizinle birlikte görebilir..
Ama ihtimali azdır..
Bütün bunların en yakın, birinci dereceden sebebi bizim o sigarayı yakışımızdır..
Şimdi bu senaryoyu devasa evren sahnesinde bir oyun haline getirelim:

Bugün hala çakılan çakmağın sesini duyuyorsak, çakmağın çakıldığı anda Büyük bir Patlama olmuş demektir..
Herşey bu büyük patlama ile başladı, öncesini bilmiyoruz..
Bildiğimiz sigaranın yandığı ve dumanının tütüp etrafa yayıldığı..
Hala da yayılıyor..
İlk anlardaki yayılmaya, hatta “şişmeye göre” biraz yavaş yayılsada, yine de yayılıyor..

Tanrı sigarasını yaktı..
Dumanı rastgele çevreye yayılıyor..
Artık Tanrı, dumana dokunmadan, sadece bakıp, beyninde garip şekiller oluşturabilir..
O garip şekiller garipliklerini kaybedip, çiçeğe böceğe,insan suratına, silüete, etten varlıklara dönüşebilirler..

Tanrı şunu biliyor, sigarasının dumanındaki rastgelelik ne kadar çok artarsa, görebileceği garip şekillerin sayısı da artar.
Sigarının ilk yakıldığı anda çıkan dumana baktığında, yapacağı kurgu sayısı azdır..
Yani duman, sigaradan ilk çıktığı anda 1. durumdan 2. duruma geçerken yayılır, yayılmak zorundadır.
Derken gitgide dumanın alabileceği durum sayısı artar..
Bu girilebilecek durum sayısı artışı yani rastgeleliğin artması, dumanın bir önceki durumdan, daha düzensiz hale geçmesi demek..
İşte buna entropi diyorlar..Düzensizliğin ölçüsü..
Dumanın içinde bulunduğu andaki düzensizliği, o an için olabileceği en yüksek seviyededir..
Tıpkı evren gibi, evrenin de entropisi maksimalmiş..
Düzensizliğin maksimumda olması, biz canlıların ortaya çıkmasına sebep olmuş..
Tıpkı Tanrı nın sigara dumanından garip şekilleri gibi..

Bu garip şekillerin garipliği, aslında davranışlarından geliyor..
Normalde bulundukları ortama dağılmaları gerekirken, bir süreliğine bir noktada toplanıyorlar..
Hemen dağılmadan önce de kendilerine benzer şekiller meydana getiriyorlar.
Evet, tahmin ettiğiniz gibi, ürüyorlar, ürüyoruz..
Ama eninde sonunda ölüyoruz, duman topağından garip şekiller dağılıyor..
Bu bize, bence şunu gösteriyor; doğmaya ve ölmeye mecburuz..
Sorun şu ki, Tanrı sigarasının dumanına bakmasaydı, yıldız tozu dumanından bizler var olabilir miydik?

Benim yorumuma ve kurguma göre olamazdık..
Fakat dediğim gibi bu sadece benim tasarladığım bir kurgu..
Bu kurgunun gerçeklerle bir ilgisi olmayabilir, yani yanlış olabilir..
Fakat kurgumdan bağımsız bir gerçek var;
Sigara dumanı tekrar birleşip sigara olmaz, olamaz..
Öyleyse bu sigara kimin sigarası?